Skip to content

Personal tools
You are here: Home » Haber » 2012 haber » Aleka Papariga'nin TKP'nin düzenlediği etkinlikteki konuşması

Aleka Papariga'nin TKP'nin düzenlediği etkinlikteki konuşması


Çarşamba, 1 Şubat 2012

29 Ocak Pazar günü Ankara Arena Spor Salonu görkemli bir buluşmaya ev sahipliği yaptı. Türkiye Komünist Partisi'nin "Sosyalizm Kazanacak" etkinliğinde salonu dolduran binlerce kişi, şiirlerle, şarkılarla ve konuşmalarla Mustafa Suphi'leri andı, sosyalizmin Türkiye için biricik seçenek olduğunu ortaya koydu. Yunanistan Komünist Partisi Genel Sekreteri Aleka Papariga de Pazar günü Ankara'daydı. Yunanistan Komünist Partisi Genel Sekreteri Aleka Paparia, buluşmada katıldı ve konuştu:

“Hep birlikte yiğit Türkiye Komünist Partisi’nin 90. yılını kutluyoruz. Bir ülkede komünist partisinin kurulmasının o ülkenin tarihsel gelişiminde yeni bir sayfa açtığı düşüncesindeyiz, çünkü o andan itibaren artık işçi sınıfının siyasi bilincinin ve sermaye sınıfına karşı oynadığı siyasi rolün gelişmesinin ön koşulları yaratılmış olur. Uluslararası bir komünist hareketin yaratılmasının ön koşulları da böylelikle yaratılır.

Türkiye Komünist Partisi’nin al kanlara boyanmış, fırtınalı tarihini çok iyi biliyoruz. Ve bunlar göz önünde bulundurulduğunda paylaştığımız çok fazla deneyim var. Yunanistan ve Türkiye halkları, Yunan ve Türkiyeli komünistler arasındaki bağları daha da güçlü kılan çok önemli bir siyasi olay üzerinde durmak istiyorum. Yunan sermaye sınıfının Türk topraklarını fethetmek üzere giriştiği Küçük Asya savaşından söz ediyorum. Partimiz kurulduğu 1918 yılından itibaren sermaye sınıfının “Büyük Düşünce”sine karşı açık bir tavır almıştır. Elbette “Büyük Düşünce” sadece Yunan sermaye sınıfının kendi fikri değildi; Birinci Dünya Savaşı’nın bittiği ve Avrupa ve Avrasya’da bir dizi değişimin yaşandığı bir dönemde Batı Avrupa’nın sermaye sınıflarının çıkarlarını da yansıtıyordu. Ekim Devrimi’nden sonra ilk sosyalist devlet, Sovyetler Birliği, kurulurken aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu dağılıyor ve Orta Doğu’da ulusal kurtuluş hareketleri yeni ulus-devletler, kapitalist devletler, kurmak üzere gelişiyordu.

Yunanistan kendini keskinleşen emperyalist güçler arası çelişkilerin içinde buldu. Muzaffer güçler, İngiltere ve Fransa, iki amaçla Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamak istediler: Birincisi, iyi bilindiği üzere, Orta Doğu bölgesini denetim altına almaktı. Petrolün denetimine giden yolun her zaman kana bulanmış olduğunu çok iyi biliyoruz. İngiltere ve Fransa aynı zamanda Türkiye’deki ulusal kurtuluş hareketini ezmeleri gerektiğini kavramış ve bir Türk devletinin, Türk sermaye sınıfının yaratılması sürecine müdahale ederek, Türkiye’yi genç sosyalist devlete karşı İngiliz ve Fransız emperyalizminin bir üssüne dönüştürmek istemişlerdi. Bu hususta, o dönemde ana emperyalist güç olmayan ABD’nin muhalefeti ve emelleriyle karşı karşıya kaldılar. Ancak ABD yine de etkisini artırma gayreti içinde bulunan, yükselen bir emperyalist güçtü ve Avrupa’ya ve özellikle de petrol yollarını ilgilendirecek şekilde Asya’ya müdahalesi söz konusuydu. Bu dönemde ABD, Osmanlı İmparatorluğu’nu, yani bugün Türkiye’yi oluşturan güçleri destekledi. Büyük Britanya, Yunan halkını özgürleştirmek ve o dönemde dile getirmekten hoşlandıkları ifadeyle “Yunan topraklarını geri almak” üzere Yunan burjuvazisinden Küçük Asya saldırısını başlatmasını talep etti.

Genç Yunanistan Komünist Partisi bu stratejiyi en başından itibaren saldırgan, emperyalist ve maceracı bir strateji olarak lanetledi. Bu duruşumuzu bazı özgün savlar üzerinden de savunduk. En başta İzmir’deki Yunan nüfus çoğunluğu teşkil etmiyordu; dolayısıyla bu bir kendi kaderini tayin hakkı meselesi sayılamazdı. Biz sınırların değiştirilmesine karşıyız. Dolayısıyla emperyalist işgale de karşı çıktık. Bu tavrımızı halka anlattık ve sınırlı bir etkisi olan genç partimiz yıkıcı sonuçları olan bu saldırıyı durdurmak için elinden geleni yaptı.

Komünist partisi bu tavrı nedeniyle zulme uğradı. Beklendiği gibi bize hain dediler; Yunanistan’ın genişlemesine karşı olduğumuzu, Yunan halkının özgürleşmesini istemediğimizi, Yunan toprağı olduğu iddia edilen yerlerin Yunanistan’la birleştirilmesine karşı çıktığımızı söylediler. Bunları korkunç işkenceler izledi, ancak biz hiçbirine boyun eğmedik. Daha sonra sopanın komünistlere boyun eğdiremeyeceğini görerek havucu devreye soktular. Hatta o dönemde hükümet, felaketin boyutlarını gördükten sonra kendi sorumluluğunu üzerinden atabilmek için komünistlere işbirliği teklif etmekten ve onları hükümete katılmaya çağırmaktan bile çekinmedi. Söylemeye gerek yok, bu teklifi reddettik. Hem sopaya hem de havuca karşı geldik. Günümüzde Yunan Ordusu’nun sonunda yenilgisine varan bu canice saldırı hakkında pek konuşulmuyor ve ne yazık ki bu tarihsel dönem okullarda doğru bir şekilde anlatılmıyor.

Yunan ve Türk burjuvazileri arasındaki rekabet devam ediyor. Şüphesiz bu rekabet çeşitli aşamalardan geçti. Bugün hem rekabet eğiliminin hem de AB ve ABD’nin etkisi altında bulunan iki ülkenin, devletler düzeyinde değil ama sermaye grupları arasında, bir çeşit iktisadi işbirliğine gitmesi eğilimin var olduğunu söyleyebiliriz.

Şüphesiz bu işbirliğinin iki komşu devlet arasında kurulan barışçıl bir iktisadi işbirliği ile hiçbir ilişkisi yoktur. Öyle olsaydı bu olumlu bir gelişme olurdu. Bu işbirliği bütünüyle, bu iki ülkenin birbirleriyle rekabet halinde Orta Doğu ve özellikle de Doğu Akdeniz’de bulunan çeşitli etki alanlarında ihtilafa düşmelerini ifade etmektedir. Bu rekabet bir yandan AB’yi ve özellikle onun başlıca güçlerini, diğer yandan da ABD’yi ve Rusya’yı içermekte; Çin ve diğer yükselen kapitalist ülkelerin müdahalesi de artmaktadır.

KKE ilkeli bir duruş sergilemeye devam etmektedir. İki halkın barış içinde bir arada yaşamasını istediğimizi söylemeye bile lüzum yok. Ancak barış içinde bir arada yaşamanın koşulları sınıf tavrına dayanılarak, iki halkın enternasyonalist dayanışmasıyla oluşturulmak zorundadır. Biz hem Yunan hem de Türkiye halklarının, Yunan ya da Türkiye burjuvazisi ile aynı tarafta yer almaması ve burjuvalar arasındaki rekabete uygun şekilde davranmaması gerektiğine inanıyoruz.

Rekabet, örneğin pazarların paylaşımıyla ilgili geçici anlaşmalara yol açtığında bu anlaşmaların halkların zararına gerçekleştiğini bilerek gevşemememiz gerekiyor. Rekabet daha yoğun çelişkilere, hatta askeri bir çatışmaya –hiç kimse bu olasılığı yok sayamaz– dahi neden olsa, halklar emperyalistlerin çıkarları için kan dökmemelidir. Önemli olan her iki ülkedeki işçilerin ve halkların, uygun şartlar altında barış içinde ve enternasyonalist bir şekilde bir arada yaşamasının koşullarını yaratmak üzere aynı kararlılık ve militan ruhla burjuvaziye karşı mücadele vermesidir. Halkların barış içinde yaşaması tekellerin iktidarının ve kapitalist düzenin kendisinin yıkılmasına bağlıdır. Bu sözlerime bir ek yapmak istiyorum; bu yalnızca iki ülkenin komünist partilerini değil, bütün komünist hareketi ilgilendirdiğini düşündüğüm bir mesele… Yirminci yüzyılın başında, 1910’larda, 1920’lerde, 1930’larda ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra komünist partiler ülkelerinde yaşadıkları bütün güçlüklere rağmen, ister zafere doğru yürüsünler isterse de Yunanistan’da ve Türkiye’de olduğu gibi sorunlarla boğuşsunlar, ideolojik anlaşmazlıklara karşın uluslararası komünist hareketin güçlendiği, sosyalizmin sağlamlaştığı koşullar altında çalışıyordu. Dünyanın üçte birine hâkim olan bir sosyalist sistem söz konusuydu. Dolayısıyla karşı karşıya kaldığımız zorluklar, zulüm, tutuklamalar, sürgünler ve idam cezaları ya da herhangi bir partinin yaptığı hatalar, dünya çapında yükselişte olan sosyalizmin prestijini ortadan kaldırmıyordu.

Bugün bütünüyle farklı koşullar altında mücadele ediyoruz. Sosyalizm güçleri geçici bir yenilgiye uğradı –yenilginin geçici olduğunun altını çiziyorum– ve ideolojik olarak birleşmiş bir devrimci komünist hareketin bulunmaması Avrupa’da ve başka yerlerde emek hareketinin yönelimleri ve gücü açısından önemli sonuçlar doğuruyor. 20. yüzyıldaki koşullarla kıyaslanamayacak ölçüde zor koşullar altında mücadele ettiğimizi söylemeliyiz. Buna karşın, bugün durum bir miktar iç karartıcı görünse bile, emek hareketinin güçlenmesi için çok önemli koşullar yaratılıyor. 20. yüzyıldaki kuruluş deneyimlerinden çıkan derslerle zenginleşen bilimsel sosyalizmin yeniden ideolojik bir zemin kazanması için önemli koşullar yaratılıyor. Bazı ülkelerde halkların örgütlü karşı saldırısı için gerekli ön koşullar yaratılıyor. Sosyalizmin yeniden mevcut gelişmelerin merkezine yerleşmesi için gerekli ön koşullar yaratılıyor.

Buna yol açan ne? Bugün kapitalist düzenin tarihsel sınırları halklar açısından daha görünür hale gelmiştir. Son yıllarda patlak veren krizin buna katkısı olmuştur. Bu, yeni unsurlar barındıran, başlıca emperyalist güçleri vuran bir kriz... Kapitalist düzenin tarihsel sınırları şu nedenle de açıktır: Kapitalist düzenin halk hareketlerinin ve sosyalizmin basıncı altında ya da birer manevra olarak verdiği tavizler, dilerseniz buna havuç da diyebilirsiniz, ortadan kalkmıştır. Artık servetin en temel, kısmi bölüşümü bile söz konusu olamamakta... Artık bazı sosyal hizmetlerin verilmesinden bahsedemiyoruz. Artık kapitalizm temel kazanımları geri almakta ve esasen işçi sınıfının yaşam şartlarını 30, 40, 50 sene geriye götürmektedir. O halde bugün şu konu ön plana çıkıyor: Nerede olursa olsun komünist partisi, isterseniz bizim ülkemizdekinden bahsedebiliriz, sınıf mücadelesinin keskin bir biçimde yükselebileceği ve yeni kitlelerin hızlı bir biçimde mücadeleye katılabilecekleri bu koşullarda ortaya çıkabilecek karmaşık sorunlar karşısında ideolojik, siyasal ve örgütsel olarak hazır olmalıdır; bu sorunların üstesinden gelememek gibi hakkımız bulunmamaktadır. Olaylar bu şekilde gerçekleşmeyebilir ve mücadele daha uzun döneme yayılan, durağanlıkla ve küçük ölçekli sonuçlarla nitelenen bir çerçevede de kalabilir. Hiç kimse bu tür şeyleri önceden belirleyemez. Ancak içinde bulunduğumuz dönem özellikle önemlidir, çünkü hem bir ya da daha fazla ülkede koşullar ne olursa olsun emperyalist zincirin kırılmasının ve sosyalizme ulaşmanın koşulları yaratılabilir hem de yenilenmiş komünist hareketin canlı, güçlü ve daha sonraki bir evrede, doğru anda zorlukların üstesinden gelebilecek bir durumda tutulması başarılabilir. Sosyalizm sorununun, komünist partilerin bugün var olan güç koşullarda ayaklarının üzerinde durabilmelerini, karşı saldırıya geçebilmelerini ve merkezinde daima işçi sınıfının bulunduğu daha büyük halk kitlelerini harekete geçirmenin koşullarını yaratabilmelerini mümkün kılacak bir dayanıklılık kazanmaları tarafından belirlendiğini söyleyebiliriz.

40-50 yıl sonra Yunanistan ve Türkiye’de komünist hareketin tarihi yazılırken 1990’lardan bugüne kadar geçen sürecin özellikle önemli bir tarihsel dönem olarak kaydedileceğinden kuşkum yok. Çünkü bu dönem yeniden toparlanma ve yenilgi koşullarında karşı saldırıya geçme dönemidir; bu dönem Avrupa’nın şu ya da bu ülkesine sosyalizmin hangi hızda geleceğini tayin edecektir.”

http://haber.sol.org.tr/soldakiler/sosyalizmin-sesi-ankaradan-yukseldi-haberi-51136


e-mail:cpg@int.kke.gr
Haber


 
 

Anasayfa | Haber | KKE hakkında | Fotoğraflar / Videolar / Müzik | Red Links | Kişiler


Yunanistan Komünist Partisi - Merkez komitesi
145 leof.Irakliou, Gr-14231 Atina tel:(+30) 210 2592111 - faks:(+30) 210 2592298
http://trold.kke.gr - e-mail: cpg@int.kke.gr

Powered by Plone